3 Ocak 2012 Salı

Danimarka -Buz dağının görünmeyen kısmı

Mutluluk oranı %72 olan ülke. 
Peki nasıl?
Sosyal devlet olgusuyla, sabah ders yaptığınız okul kantininde akşam kusana kadar içebilmekle, kendi etiyle-sütüyle-tahılıyla kendine yetebilmekle, kendi enerjisini üretebilmekle. Lisede olsun, üniversitede olsun, öğretmenine “HAYIR, BEN ÖYLE DÜŞÜNMÜYORUM” diyen öğrenciye “ÇIK DIŞARI” yerine, “o zaman neden öyle düşünmediğini bizimle paylaş, hep beraber tartışalım” diyebilen öğretmenleri ve eğitim sistemiyle. 
Tertemiz doğası, geri dönüşümlü çöpleri, kurallarına uyulan trafiğiyle. Bisikletin bile trafik ışığının olmasıyla, kaldırımların ve ışıkların bedensel engelliler için tamamen kullanılabilir olmasıyla. 60’ına gelince hık diye ölmemekle. Eşcinselsen de sevdiğin insanla evlenebilmekle. Ya da bunu saklamak zorunda olmamak, insanlar tarafından dışlanmamakla.
Öğrenciyken, çocuk doğurunca, işsizken devletten çatır çatır para alabilmekle. 
Hafta içi 5’te, Cumartesi 4’te her yerin kapanması, hatta Pazar günü hiç açılmamasıyla. Dolayısıyla aileyle zaman geçirebilmek ve bünyeyi aşan çalışma saatleriyle bedenini yıpratmamakla. Hobilerine zaman ayırabilmekle, ailene bahçeli, büyük bir ev verebilmekle. 
Okulda müzik okumayı seçenin de, spor okumayı seçenin de, matematik okumayı seçenin de aynı muameleyi görmesiyle. Hiçbir ailenin benim kızım/oğlum “mühendis olacak, doktor olacak!” diye tutturmamasıyla. Çünkü burada neredeyse kimsenin geçinme sorunu yok.
Burada bir engelli devlete mektup yazıp kaldırımda tekerlekli sandalye çıkışı olmadığından şikayetçi olabilir, muhtemelen bir de tazminatla güzel bir karşılık alır. 
Bir de Tayyip’e mektup attığınızı düşünsenize. Cevap almak mümkün olmamakla beraber, olası cevap da, “Türk vatandaşııııığ, yardımseverdiiiiiğr. Vatandaştaaaaağn yardım isteeeeğ.” olacaktır muhtemelen. 
Peki Danimarka’da yaşar mısın deseniz,
Yaşamam.
Buranın insanı haritada anca dikkatli bakınca farkedilebilen minik ülkeleriyle egoizm derecesinde gurur duyar. Herkesin işi gücü ülkedeki yabancı nüfüsla ilgilenmek, onları ülkede istememek, onlar hakkında konuşmak, giriş izinlerini kısıtlamaktır. Ülkelerini onlara övmek, bayıla bayıla anlatmak ve göstermek de en büyük hobileridir. 
Aldıkları her küçük başarıdan bütün dünyanın haberi var zanneder bu ülkenin insanları. Onlar minik ülkelerinin içindeki her şeyden haberdar olurken Dünya da onları takip ediyor sanırlar. Ama bırakın Dünya’yı, Avrupa’nın bile Danimarka’da olup biten çoğu şeyden haberi yoktur. 
Aslında bu insanlar çok mutlu yaşıyor gibi görünseler de, hayatları inanılmaz bir rutin içerisindedir. Cumartesi geceleri aynı saatte aynı bara gitmeyi bile haftasonu yapılacak iş haline getirmişlerdir. Çocuklar 13-14 yaşında içki içmeye başlar ve bu böyle düzenli olarak devam eder. 
Dünya’da sadece 6 milyonun konuştuğu dillerini, o bir türlü sahiplenemedikleri yabancılara büyük bir çabayla öğretir ve bununla da övünürler. Halbuki Danca, İngilizce’den çok özenilmiş ve telafuzu gereksiz zor olan bir dildir. Özellikle de İsveççe ve Norveççe ile kıyaslarsak.
Buranın insanı içmeden rahatlamaz, konuşmaz, kaynaşmaz. İçtiğinde can ciğer olurlar ama sabah yüzüne bakmayabilirler. Neredeyse hepsinin kullandığı internet üzerinde de bütün tavırları farklıdır. Bütün bunlar bu insanların kişiliklerini yeterince açamaması, kendi olamaması ve çoğu 15-18 yaş arası gencin depresyonuyla sonuçlanır. 
Danimarka’da kürtaj da bedavadır. Buna dayanarak yeterince korunmayan insanlar olduğunu, 16’sında hamile kalıp gayet normal bir şey gibi ailesiyle gidip çocuğu aldıran insanlar olduğunu da duyduğum olmuştur. 
Bu ülke her şeyden %40, araba gibi alımlardan ise %150 vergi alır. Burada doğmuş büyümüş ve buranın şartlarına göre para kazanmayan biri için burada geçinmek çok zordur. 
Bu ülkenin yazı bile soğuktur, kışı ise dondurucudur. Eve girdikten 1 saat sonra bile hala içiniz üşür. 2 metre kar da yağsa insanlar günlük yaşamlarına devam eder ve işlerine okullarına giderler. 
Bütün Dünya onların etrafında dönüyor zanneder bu ülke, Danimarka bayrağını her yerde taşır, bir kere kazandığı Eurovision’la bile övünür.
Bize oryantasyon kampımızda, “Bir ülkenin turist olarak göreceğiniz yerini, buz dağının görünen kısmı olarak düşünün. Buz dağının 4’te üçü sular altındadır” demişlerdi. Burada geçirdiğim 4. aya yaklaşırken, 4’te 3’lük kısmı daha net görebiliyorum. 
Bir sene için bu ülkenin bir parçası olmak güzel, bu soğuk insanların kabuğunu yavaş yavaş kırabildiğini görmek güzel.
Ama burada bir ömür boyu yaşamak? 
Nej, tak. 
-Danimarka AFS 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder